18 Ekim’den bu yana, Şili’de yaşamın her kesiminden gelen insanlar kemer sıkma tedbirlerini protesto etmek, polis baskısıyla mücadele etmek, kapitalizmin simgelerini yok etmek ve diktatörlük yıllarını hatırlatan askeri işgale meydan okumak için bir araya geldiklerinde geniş kapsamlı ayaklanmanın fitili ateşlendi. Aşağıdaki röportaj, ayaklanmanın karakterini ve ön saflardaki deneyimleri anarşist bir yoldaşın gözünden aktarıyor. CrimethInc.’te yayımlanan bu röportajın çevirisini sizlerle paylaşırken, CrimthInc.’ten yoldaşlarımızın kolektif emeğine müteşekkiriz.

İktibas: CrimethInc.

 

Bu ayaklanma, Haiti, Lübnan, Sudan, Irak, Hong Kong, Honduras, Katalunya ve başka yerlerde ortaya çıkan küresel bir isyan dalgasının parçası. Şili’deki ayaklanma kısmen, Ekvador’da parlamentoyu işgal eden ve hükümeti planlanan kemer sıkma tedbirlerini geri çekmeye zorlayan bir toplumsal hareket tarafından tetiklendi. Güney Amerika’nın başka yerlerine de yayılan toplumsal bir ivmenin belirtileri mevcut: Mendoza ve Buenos Aires’teki Şili konsolosluklarının önünde yaşanan çatışmalar, Bolivya’daki protestolar, Uruguay’da çalkantı. Bu isyanların hepsinin temelinde aynı sebepler (servet ve gücün kapitalizm tarafından eşitsiz dağıtımı ve devlet kurumlarına olan inancın yitirilmesi) yer alıyor.

  

Şili’de OHAL veya sokağa çıkma yasağı yasası ne sıklıkla uygulanıyor? Devlet en son ne zaman bu yöntemleri uygulamaya koydu?

Şili devletinin uyguladığı sıkıyönetim araçları, Pinochet (ya da bizlerin deyimiyle Pinoshit) diktatörlüğünden kalmadır. İç Güvenlik Kanunu (Ley de Seguridad Interior del Estado veya LSE) 1973’teki askeri darbeden evvel 1958’de yürürlüğe girmişti, ancak 1975 yılında diktatörlük, özellikle “kamu nizamını” bozan suçlarla alakalı olarak yetkilerini genişletmiştir. Kanun, “ülkenin işleyişinin” bozulduğu zamanlarda gerçekleşen ihlal ve suçlar için öngörülen cezaları ağırlaştırıyor. Örneğin, 2002 yılında hükümet (sosyalistlerin başını çektiği hükümet!) İç Güvenlik Kanunu’nu otobüs şoförlerinin grevine karşı kullandı. Genel olarak kanun, bireysel yargılamayı öngören bir araçtan ziyade caydırıcı ve tehdit edici bir işlev görüyor.

Dolayısıyla, 1980’den beri yürürlükte olan darbe anayasasının öngördüğü OHAL günümüzde de geçerli.

OHAL önceden yalnızca doğal afet durumlarında kullanılıyordu (2010’da Concepción’da gerçekleşen deprem ve diğer depremler ve sellerde olduğu gibi). Bu felaketler sırasında, orduyu sokaklarda gördük, denilene göre askerler insanlara “yardım” etme ve molozları temizleme amacıyla sokağa inmişlerdi. Ama gerçekte silahlı kuvvetler bu gibi durumları, şehirleri ele geçirip çok uluslu şirketlerin özel mülkiyetinin korunması adına düzenledikleri askeri tatbikatlar olarak değerlendiriyor. Yakın dönemde OHAL ilan edildiği durumlar olsa da sokağa çıkma yasağı (toque de queda) diktatörlükten bu yana (özellikle 1987’den beridir) ilk defa uygulandı. Bunun yanı sıra devlet bastırma amacıyla silahlı kuvvetleri ilk defa konuşlandırdı. Sokakların silahlı birliklere ait askeri araçlarla, tanklarla ve ciplerle dolması Şili halkı için şok edicidir. Fakat genç kuşakların askerlerden diktatörlüğü hatırlayanlara göre daha az korktuğu görülüyor.

 

Bu durum son birkaç yıldır Şili’de süren toplumsal hareketler ve otorite ile yaşanan çatışmaların neresine düşüyor? Bunun gerçekleşeceğini öngören oldu mu?

Kimse bunun yaşanacağını ve bu kadar yayılacağını tahmin edemedi. Santiago’da insanlar gerginliğin arttığını düşünüyorlardı, ancak bunun toplumsal bir isyanı tetikleyeceğini düşünmüyorlardı. Aksine, insanlar arasındaki gerilimler daha çok göze çarpıyordu- insanlar işten veya okuldan eve dönerken yollarda saatler geçirmek zorunda kalıyorlardı, aşırı yorulmuş bir şekilde havasız bir tren veya otobüse tıkış tıkış sığmaya mecbur bırakılıyorlardı. Bu öfke ve yorgunluk, sömürülenler arasındaki çatışmalarda kendini gösterdi. Örneğin, trende veya otobüste başkalarını suçlamak ve kavga etmek, ya da göçmenleri ve benzerlerini günah keçisi ilan etmek, gündelik bir düşmanlık deneyimi yaratmak gibi. Fakat bu tür geniş çaplı bir ayaklanmaya hiçbir siyasi grup ya da örgüt hazır değildi.

Geçen haftadan bu yana, 30 pezoluk zamma yanıt olarak ücretsiz biniş eylemi (evasión) ve toplu taşımayı sabote etmek için çağrılar yapıldı. Bu yeni bir şey değildi. Ne zaman zam yapılırsa, bu tür eylem çağrılarını görürsünüz. Bu sefer farklı olan ilkbaharda yapılan zam oldu, zira geçmişte yaz ortasında yapılan zamlar çok fazla bir tepki görmeden uygulanmıştı. 14 Ekim Pazartesi gününden başlayarak, örgütlü ve mücadeleci lise öğrencileri, okul çıkışında ücretsiz biniş eylemlerine başladılar. Bu eylemler büyük ve çok etkiliydi. Metronun güvenlik görevlileri bunun için hazır değildi, bu yüzden çocuklar turnikelerden serbestçe atlayabildiler ve ayrıca diğer taşıtlar için de kapıları tutabildiler. 15 Ekim Salı günü, toplu ücretsiz biniş eylemleri (evasiones) daha da büyüdü ve daha fazla liseli katıldı. 16 Ekim Çarşamba günü bu eylemlere katılanlar yalnızca militanlığı ile tanınan okullar değildi. Şehir merkezinin dışındaki yoksul mahallelerde birçok okul da harekete geçti ve buralarda Metro güvenlik görevlileri öğrencileri dövmeye başladı. Bu gerçek bir kıvılcım yarattı ve lise öğrencilerini mücadelelerinde daha kararlı hale getirdi. Aynı gün öğleden sonra kitlesel ücretsiz biniş eylemleri düzenlediler (Santiago’da öğrenciler iş gününün bitişinden birkaç saat önce okuldan çıkıyorlar) ve eylemlere daha fazla insan katıldı- zira çoğu insan eve dönmek zorundaydı ve işe gelip giderken biraz tasarruf etmek hiç de fena bir fikir değildi. 17 Ekim Perşembe günü yetkililerin ve Metro’nun bu eylemlere verdiği yanıt, bazı istasyonları kapatmak ve insanların evlerine dönmelerini engellemek oldu. Polis bölükleri da metro istasyonlarını işgal etmeye başladı. Bu durum çatışmaları daha da büyüttü ve bu yolla metro altyapısının tahribatına katkı sundular. Bazı durumlarda insanlar sayıca üstün geldikleri yerlerde polisi metro istasyonlarından çıkarmayı başardılar.

“Yaşamın güvencesizleşmesine karşı isyan!”

18 Ekim Cuma günü sabahı işbaşı saatinden itibaren bir çatışma başladı. Metro istasyonları her zamankinden daha fazla güvenlik görevlisi ve polisle kapılarını açtı, fakat insanlar kitlesel bir şekilde ücretsiz binmelere devam ettiler ve çoğunlukla metro duraklarına girmekte başarılı oldular. Okulların bitimine kadar her şey olağan seyrinde gidiyordu. Okulların dağıldığı andan itibaren olaylar kontrolden çıktı. Şehrin her tarafında çatışmalar başladı. Metro istasyonları kapatıldı. Öğrenciler tren raylarını işgal etti ve turnikeler gibi Metro ve otobüs sisteminin altyapısını imha ettiler. Üç metro hattının tamamı kapatıldı. İnsanlar polisle çatışmaya başladı ve de halk ile polis arasındaki çatışmalar kentin çeşitli bölgelerine yayıldı.

Otobüsler yakıldı ve yakılan otobüsler belli başlı caddelerde barikat olarak kullanıldı. Otobüs durakları yakıldı. İnsanlar hafta sonu çalışmadığından daha fazla yakıt (hem gerçek hem de mecazen) kullanıldı ve ateş büyüdü. Şehir içindeki metro ve otobüs sisteminin neredeyse tamamen durması nedeniyle, kitleler yaya olarak sokaklara döküldü- bu durum sokaklarda çatışan insan sayısının artmasına yol açtı. Polis mevzi kaybediyordu ve gece olunca göz yaşartıcı gaz ve tomalarla saldırıya geçtiler. Geri çekilirken polis, isyanın zenginliğin merkezlerini tehdit etmediğinden emin olmak için üst sınıf mahallelere konuşlandı. Bununla birlikte, insanlar geri çekilmediler ve daha da ilerlediler: bankaları, süpermarketleri, zincir mağazalarını, eczaneleri, metro istasyonlarını, özel sağlık bürolarını ve devlet dairelerini yağmalayıp ve yaktılar.

Ücretsiz biniş eylemleri başladığından beri herkes bu eylemleri heyecanla destekledi çünkü hemen herkesin katılabileceği bir eylem taktiğiydi bu. Halk arasında, bunun en azından toplumsal bilinç açısından tarihi bir an olduğu ve bu isyanın insanların çoğunun yüzünde bir tebessüm yarattığı (Santiago’da sıkça gördüğünüz bir şey değildir bu) hissi var. Pek çok insan mücadele biçimlerinin bazılarıyla hemfikir olmasa da tencere tava sesleri(cacerolazos), gece geç saatlerde kentin her yanında çınlıyordu.

Bütün bunlar hükümetin, Cumartesi sabaha karşı saat 2’de Santiago eyaletinde OHAL ilan etmesine yol açarken, silahlı kuvvetlerin harekete geçirilip sokaklara konuşlandırılmak üzere hazırlanmasının da önünü açtı. Gece boyu yağmalar ve yakmalar aratarak devam etti. Hükümet, askerlerin sokaklara indiğinin ilan edilmesinin durumu sakinleştireceğini düşünerek hata yaptı.

19 Ekim Cumartesi öğleninde daha fazla tencere tava eylemi (cacerolazos) çağrısı yapılırken çeşitli mahallelerin ana meydanlarındaki protestoların yanı sıra askerin varlığını ve baskısını (zamların yanı sıra) protesto etmek için eylem çağrıları yapıldı. Askerler, gerçek mermilerle dolu silahlarını insanlara doğrultarak gerginliği arttırdı ve isyanı büyüttü. Valparaíso, Concepción, Coquimbo ve Puerto Montt gibi OHAL ilan edilmeyen şehirlerde halk kitleleri sokaklara döküldü. Daha fazla yağmalamaya yol açan bu duruma karşılık olarak bu şehirlerde de OHAL ve de cumartesi akşamı saat 10’da başlamak üzere sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağı büyük ölçüde görmezden gelindi ve insanlar gece geç saatlerde sokakta kalmaya devam ettiler. Yağma ve yakmalar sürdü.

Yağmalanan bir süpermarketin küllerinin arasında en az üç kişinin ölü bedeni bulundu ve çok sayıda protestocunun polis tarafından yaralandığı haberi var. İnternette polis ve askerin uyguladığı şiddet görüntülerini içeren çok sayıda video dolaşıyor. Kaç tane göstericinin yaralandığına dair elimizde kesin bir sayı yok çünkü haberler sadece polis bültenlerinde geçen yaralı polis sayısını veriyor, baskının düzeyini saklamak adına polisin yaraladığı göstericilerden hiç bahsedilmiyor. Bununla birlikte, yaralı göstericilerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Coplanan, vücutlarına ve kafalarına atılan biber gazı kapsülüyle yaralanan, plastik mermilerle yakın mesafeden vurulan, polis araçları tarafından ezilen insanlar.

Bu satırlar yazılırken olaylar devam ediyor; ne polis ne de silahlı kuvvetler durumu kontrol altına alabilmiş değil. Bu akşamdan itibaren [20 Ekim Pazar], sokağa çıkma yasağı bir üst seviyeye, akşam saat 7: 00’ye kadar uzatıldı. Gıda ve temel ihtiyaç maddeleri kıtlığına dair dolaşıma sokulan yalan haberlerle halk korkutulmaya çalışılıyor.

Bu isyanın başlamasından bu yana öğrencilerin kurtuluş ve meydan okuma ruhunu kuşandıklarına inanıyorum. Böylesi bir ruh halinin oluşmasında geçmişte polisle savaşan ve sermayenin sembollerini imha eden yoldaşların mücadelesinin katkısı çok büyük. Onların bu eylemleri, bugün gerçekleşen olaylarda insanların otoriteye saldırmalarını sağlayan kolektif bir bilinçdışı yaratmıştır. Hedef alınan işletmelerin çoğunluğunun, ülke genelinde yaklaşık 80 mağazası yağmalanan ve 10’unun yakıldığı Walmart gibi büyük çok uluslu zincirler olması böylesi bir bilinçdışının varlığını kanıtlar nitelikte. Anarşist simgelerin, özellikle mücadeleci gençlik arasında, duvarlarda yaygın bir şekilde göze çarpması da bu durumu bizlere göstermektedir.